Biz destek ekibine katılamadık maalesef. Ancak o gün gitmek zorunda kaldığımız bölge, suların yeni çekildiği, felaketin tamamen gözler önüne serildiği bir bölgeydi. Araçla geçerken yol kenarında kocaman bir kangal gördük. Selin sürüklediği canlardan biri olduğu aşikardı; ancak barınaktan mı yoksa civar evlerden mi bilemiyorduk. Anlayacağımız hiçbir ipucu da yoktu; tasma veya küpe gibi.
Önce hayatını kaybettiğini sandık, başımız önde üzgünce yanına yaklaşırken nefes aldığını fark ettik. Yorgunluktan bitap düşmüş, kıpırdayacak hali yoktu. Yanına gelince durumun düşündüğümüzden daha kötü olduğunu görecektik. Dağ gibi hayvanın kemikleri sayılıyor, üzerinde tüy kalmamış, derisi çorak topraklar gibi parça parça olmuş ve her yerindeki yaraların içi kurt kaynıyordu.
Hiç düşünmeden arabaya attık ve oturduğumuz yerde tanıdığımız bir kliniğe götürdük. Veteriner hekim durumunun gerçekten çok kötü olduğunu ve çok uzun bir tedavi sürecine ihtiyacımız olduğunu söyledi. Yapacak bir şey yoktu; bu saatten sonra yarı yolda bırakamazdık koca oğlanı.
Önüne koyduğumuz kafası kadar büyük ve ağzına kadar dolu mama kabını bir çırpıda bitirdi. Ardından hemen ilaçlı su ile banyoları başladı. İlaç tedavisi, serum, takviye vitaminler derken yaklaşık 1 hafta sonra ayaklanmaya başladı yavaş yavaş.
Klinik evimize çok yakın olduğu için her gün gidip birkaç saat yanında kalıyorduk. O ayaklanma anına şahit olmak nasıl büyük bir mutluluktu anlatamam. O heyecanla gidip boynuna sarılmak istedim “Aferin sana koca oğlan” diye. Bilin bakalım ne oldu? Elime ufak bir diş atarak uzak durmam konusunda uyardı beni. Daha önce neler yaşadığını, nasıl travmaları olduğunu bilmiyorduk. Bir sebepten kendini koruma ihtiyacı hissetmişti. O zaman anladık, sadece bedenini değil, ruhunu da tedavi etmek için zamana ihtiyacımız vardı.
Önce, klinikte bağladığımız yerden ulaşamayacağı ama kendine de yakın durduğumuzu hissedeceği bir yere sandalyemizi çekmeye başladık her gidişimizde. Başlarda tepki gösteriyordu ama bir süre sonra oradaki varlığımıza alıştı. Bir sonraki adım, aynı mesafeden onu cezbedecek ödüllerle elimizi uzatmak oldu. Bu süreç de biraz zaman aldı ama artık hem varlığımıza hem de ona dokunmamıza alışmıştı. Artık derisi yumuşayıp ufak ufak tüyleri çıkmaya bile başlamıştı. Daha rahat ayakta durabildiğine göre de birlikte yürüyüş yapmanın vakti gelmişti.
İşte asıl bağı o yürüyüşlerle kurduk. Dışarı çıkıp dolaşmayı o kadar çok sevdi ki, artık geldiğimizle bizi sallanan bir kuyrukla karşılar olmuştu.
Yaklaşık 3 aylık klinik tedavi ve birbirimize alışma sürecimiz geride kalmıştı. Ama oğlumuz hala başka insanlara karşı çok korumacıydı. Yani şehir hayatında bahçede yaşaması, evimize gelen konu komşularla zaman geçirmesi pek mümkün görünmüyordu. Zaten böyle bir çocuk için de uygun değildi şehir içindeki bahçemiz.
Bizim duygularımızdan çok onun için doğru olanı yapmaya karar verdik ve kışları sadece hafta sonları gidebildiğimiz ama yazın 4 ay boyunca kaldığımız Çatalca’daki köyümüze götürmeye karar verdik. Evet her gün birlikte vakit geçiremeyecek ve onu çok özleyecektik ama önemli olan onun kendini güvende hissetmesiydi. Başlarda zorlanacağını düşünüyorduk tabii ki ama evimizin bekçisi Orhan Amca’ya can yoldaşı oldu hemen, sanki onun ellerinde büyümüş gibi. Evet onu biz kurtarmıştık ama sonraki 7 sene boyunca onun babası Orhan Amca oldu; kendine onu baba seçti. Kurtarılma hikayesini duyan Orhan Amca benim güçlü oğlum diye sevince, adı da GÜÇLÜ oldu.
Güçlü, 2016 yılında aramızdan ayrıldı. Orhan Amca hala aklına geldikçe “benim Güçlü oğlum” der durur.